İLK DAVADA İSTENMEYEN (DAVA TARİHİ İLE ISLAH TARİHİ ARASINDA İŞLEMİŞ) FAİZ ALACAĞININ TAHSİLİ
T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2017/1628
KARAR: 2018/1098
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasının yapılan yargılaması sonunda İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.12.2012 gün ve 2012/153 E., 2012/390 K. sayılı kararının temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.05.2013 gün ve 2013/3812 E., 2013/8039 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili; davalı şirket aleyhine 17.10.2001 tarihinde İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/422 E. sayılı dosyasıyla tazminat davası açıldığını, dava dilekçesinde sehven faiz talebinde bulunulmadığını, 05.05.2010 tarihinde dava dilekçesi ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep ettiklerini, mahkemece talep kabul edilerek karar verildiğini, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğunu, mahkemece Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiğini, bu nedenle ıslah tarihi ile dava tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faizi talep etme haklarının doğduğunu belirterek İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan davanın tarihi ile ıslah tarihi arasında 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacı asıl alacağa ilişkin dava dilekçesinde faiz talep etmediği için huzurdaki dava ile 17.10.2001-05.05.2010 tarihleri arasında işleyen faizin tahsilini talep ettiğini, ancak asıl alacağa uygulanan zamanaşımı feri nitelikteki faiz içinde geçerli olduğundan dava konusu faiz alacağının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda; davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 Esas sayılı dosyası ile 17.10.2001 tarihinde tazminat davası açıldığı, açılan iş bu davada faiz talep edilmediğinden 05.05.2010 tarihinde davacı yanca dava ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep edildiği, mahkemece davacının talebi kabul edilerek bu doğrultuda karar verildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu, İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/94 esas sayılı dosyasında Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiği, dava tarihi ile ıslah tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faiz talebinin karar altına alınmamış olduğu gerekçesiyle İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 esas sayılı dosyasının dava açılış tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı tarafından davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyası ile açılan tazminat davasında faiz talep edilmediği, ancak yargılama sırasında ıslah dilekçesi verilerek bu sefer dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi talebinde bulunulduğu, mahkemece uygun görülen davacı talebi doğrultusunda verilen kararın Dairemizin 14.07.2011 tarih, 2010/12753 esas, 2011/10060 karar sayılı ilamıyla faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu ve yerel mahkemece bozma ilamına uyularak verilen kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür.
Her ne kadar davacı vekili tarafından İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinde hüküm altına alınmayan dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faiz alacağı işbu davada dava konusu yapılmış ve mahkemece talep doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu davada istenen faiz alacağının İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyasında da dava konusu yapıldığı ve Dairemizin bozma ilamında bu talebin tartışılarak bir sonuca bağlandığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece tarafları, sebebi ve dava konusu aynı olan iş bu dava yönünden kesin hüküm bulunduğundan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”
gerekçesi ile ve oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle mahkemesince yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ilk davada istenmeyen (dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işlemiş) faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Taraflar arasında mobilya kenar bandı satımına ilişkin sözleşme bağıtlanmış, malzemenin ayıplı çıkması nedeniyle davacı tarafından (fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak) toplam 24.000,-TL tazminatın tahsili talep edilmiş, davanın devamı sırasında bu tutarın “dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile tahsili” şeklinde ıslah edilmiştir.
Mahkemece 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsili yönünde verilen karar Özel Dairece (davalı vekilinin sair temyiz itirazları reddedilerek) davacının dava dilekçesinde hüküm altına alınmasını istediği tazminata faiz yürütülmesi isteminde bulunmadığı vurgulanmak suretiyle faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak kurulan hüküm çerçevesinde davalı tarafından icra dosyasına 06.06.2012 günü toplam borç yatırılmıştır.
04.06.2012 günü eldeki dava açılmış, davacı vekili “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki talebi ile 20.06.2012 günü icra veznesindeki parayı çekmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen dosyada ise;
Davacı vekili tazminat dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulduğunu fakat hataen faiz talebinin yazılmadığını, bu hususa yönelik ıslah taleplerinin Yargıtay’ca kabul görmediğini; dava sırasında faiz istenememiş olmasının sonradan faiz için dava açılmasına engel olmadığını ve önceki davada hüküm altına alınan alacağın henüz tahsil edilmediğini ileri sürerek önceki davanın açıldığı 17.01.2001 ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 arasındaki faizin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili dava konusu faiz alacağının tabi olduğu asıl alacağın ticari satımda ayıba karşı tekeffülden kaynaklandığını ve buna ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 25/4’üncü maddesinde belirlenen 6 aylık zamanaşımı süresinin dolduğunu; açılan ilk davada faiz istenmediğinden, ilk davanın anılan döneme ilişkin zamanaşımını kesmeyeceğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece asıl alacak tahsil edilmedikçe zamanaşımı kesilmeyeceğinden zamanaşımı definin reddine karar verildikten sonra; İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 E. sayılı dosyasının dava tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkında Kanun’un 2/2 maddesi gereğince 38.280,-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte hüküm altına alınmasına karar verilmiştir.
Davalı şirket vekilinin temyiz itirazı üzerine karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece bu kez faize ilişkin yasal düzenlemeler vurgulanmak ve önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle ilk kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı şirket vekili temyiz etmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: asıl alacağın henüz tamamen ödenmediği dönemde; faiz alacağının (açıkça vazgeçilmiş olmadıkça) dava konusu edilip edilemeyeceği; somut olay bakımından ilk davada istenmeyen dava ve ıslah tarihleri arasındaki faize ilişkin tutarın, istem biçimine göre hüküm altına alınamayacağına ilişkin Özel Daire bozma kararının bu alacak bakımından kesin hüküm teşkil edip etmediği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle maddi anlamda kesin hüküm ve sona ermeleri bakımından asli alacak ile bunun ferîleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde yarar vardır.
Bir karara karşı normal kanun yollarına başvurulamıyorsa buna şekli anlamda kesin hüküm denir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, 6.b., İstanbul 2001, s.4981; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, 7.b., İstanbul 2000, s.693). Şekli anlamda kesin hükmün iki sonucu vardır. Bunlar: artık o karara karşı olağan kanun yollarına başvurulamaması ve maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmek için aranan ilk şart olmasıdır.
Şekli anlamda kesin hüküm Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda tanımlanmamış ise de, maddi anlamda kesin hüküm 303’üncü maddede tanımlanmış ve kesin hükmün diğer şartları, etki ve sonuçları burada gösterilmiştir. Buna göre bir davada maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmesinin ilk şartı o hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olmasıdır. Bundan başka her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK m.303/1). Hemen belirtmek gerekir ki kesin hüküm kamu düzenindendir (Domaniç, H.: Hukukta Kaziyyei Muhkeme ve Nisbi Kuvveti, İstanbul 1964, s.5) ve dava şartı olarak kabul edilmiştir (HMK m.114/1-i).
Bir mahkeme kararının kesin hüküm hâline gelmesi, bu kararın bir yandan taraflar için hukuki bir gerçeklik sayılması, bu kimselerin kararda gösterilen hakların sahibi ve borçların yükümlüsü hâline gelmesi; öte yandan kararla çözümlenen hukuki sebep değişmedikçe taraflar arasında yeni bir dava konusu edilememesi anlamına gelir (Fabreguettes, M.P.: Adalet Mantığı ve Hüküm Verme Sanatı, Ankara 1945, s.62; Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, Ankara 1965, s.15; Domaniç, s.4; Kuru, s.4987).
Bu aşamada Özel Daire bozma kararının, önceki karardaki faiz kısmını maddi anlamda kesin hüküm hâline getirip getirmediğinin belirlenmesi gerekir. İlk davada davacı vekili dava dilekçesinde gönderilen kenar bantlarının ayıplı çıkması nedeniyle 17.500,-TL; imalat, işçilik, depolama, ambalajlama ve enerji gideri olarak 3.500,-TL ve alınan iadeler nedeniyle oluşan itibar kaybı için 3.000,-TL toplamı 24.000,-TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiş fakat faiz talebinde bulunmamıştır. Davacı vekili 05.05.2010 tarihli ıslah dilekçesinde ise “…24.000,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz, masraf ve ücreti vekâlet ile birlikte tahsili…” şeklinde talebini ıslah etmiştir. Bu ıslah üzerine mahkemece davanın kısmen kabulü ile 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, 19. Hukuk Dairesi 14.07.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararının birinci bendinde “Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi”ne karar vermiş; kararın ikinci bendinde ise dava ve ıslah dilekçelerindeki talepler özetlenerek “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” bahisle bozulmuştur.
Kesin hükme ilişkin ilkeler ve önceki davaya ilişkin açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, bozmanın kapsamı (temyiz edenin davalı olduğu da düşünüldüğünde); dava ve ıslah dilekçeleri içeriğine göre faize sadece ıslah tarihinden itibaren hükmolunabileceği noktasındadır. Özel Dairece bozma içeriğinde dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faize ilişkin bir belirleme ya da bunun hüküm altına alınamayacağına dair bir sınırlama yapılmamıştır. Bu bakımdan anılan iki tarih arasındaki faiz konusunda bir kesin hükmün varlığından söz edilemez.
Somut olay bakımından dava dilekçesinde istenmeyen fakat ıslah dilekçesinde istendiği için dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işleyen faiz alacağına hükmedilmeyen ilk davadan sonra, bu dönem faiz alacağının yeni bir dava ile istenip istenemeyeceği ve bunun şartlarının ne olduğu hususu üzerinde de durulmalıdır. Bunun için öncelikle faiz alacağı, bunun ferî niteliği, talep edilme şartları ve özellikle sona erme bakımından asıl borçla arasındaki ilişkinin açıklanması gerekir.
Kanunlarımızda faizin tanımı yapılmamıştır. Farklı kaynakları ve farklı uygulama alanları bulunduğundan faizin yeterli bir tanımını vermek de zorluk arz eder. Genel olarak faiz, konusu para olan borçlarda alacaklının parayı kullanmaktan mahrum kaldığı süre için borçludan almaya hak kazandığı bir karşılıktır (Von Tuhr, A.: Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C.I-II, Çev. C. Edege, Ankara 1983, s.61; Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.1005; Serozan, R./Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.III, 6.b., İstanbul 2014, s.106; Helvacı, M.: Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, İstanbul 2000, s.43 vd.; Barlas, N.: Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul 1992, s.127 vd.). Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 gün ve 2013/2249 E., 2015/1362 K. sayılı kararında da bu hususa işaret edilmiştir.
Faiz asıl alacağa bağlıdır fakat bir kez doğmakla bir yan edim olarak varlık kazanır. Asıl alacak tamamen sona erdiğinde faiz borcu da sona erer (TBK m.131/1, BK m.113/2). Faiz alacağı doğduktan sonra, açıkça vazgeçilmedikçe ayrı dava ve takip konusu edilebilir.
Nitekim somut olayda davacı vekili 17.10.2001 tarihinde açtığı ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş fakat dava tarihinden itibaren faiz istememiştir. Islah dilekçesinde ıslah tarihinden önceki dönem için de faiz istemiş, mahkemece bu yönde karar verilmiştir. Özel Daire o davaya ilişkin 14.7.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararında ancak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilebileceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama üzerine asıl alacağa ve ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmiştir.
İlk davada, dava tarihi ile ıslah tarihi arasında geçen sürede işleyen faiz alacağı ise eldeki davanın konusudur. Mahkemece talebin kabulüne ilişkin karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.
Hemen belirtmek gerekir ki ilk davada verilen kararın bozulmasına ilişkin Özel Daire kararında “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” gerekçesi gösterildiğinden, faiz alacağının hiç istenemeyeceğine dair bir kesin hükümden söz edilemez.
Bu durumda somut olay bakımından faizin istenebilir olup olmadığı değerlendirilmelidir.
İlk davanın davacı yararına sonuçlanması üzerine davacı yanca Kadıköy 6. İcra Dairesinin 2010/19577 sayılı dosya ile ilamlı takibe girişilmiş, davalı borçlu tarafından icra dairesinin banka hesabına 06.06.2012 günü ödeme yapılmış; davacı eldeki davayı bu ödemeden önce 04.06.2012 günü açmış ve bilahare 20.06.2012 günü “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki çekincesi ile dosyadaki parayı çekmiştir.
Yukarıda faizin niteliğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar ile somut olay da dikkate alındığında, davacının ilk davanın dava tarihi ile ıslah tarihindeki alacağından açıkça vazgeçmediği ve asıl alacağın da tam ödenmek suretiyle sona ermediği bir dönemde eldeki davayı açtığı tartışmasızdır. Bu durumda davacının anılan dönem faizine hak kazandığı ve bunun hüküm altına alınmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, direnme kararında açıklanan nedenlere göre direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı Lignadecor Üretim ve Pazarlama AŞ vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (2.070.70 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesi çerçevesinde uygulanmasına devam olunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440’ıncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.