KADASTRO ESNASINDA VERİLEN TEK TARAFLI İRADE BEYANINA DAYALI MURİS MUVAZAASI – TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1996/1-336
K. 1996/493
T. 19.6.1996
• TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS DAVASI ( Muris Muvazaası Nedeniyle )
• TAPULAMA ( Kayıt Sahibinin Tapulama Sırasında Zilyet Adına Tespit ve Tesciline Muvafakatını Bildirmesinin Mülkiyetin Zilyet Adına Geçirilmesi için Yeterli Olması )
• TESCİL BEYANI ( Taşınmaz Mülkiyetinin Zilyet Adına Geçirilmesi için Kayıt Sahibinin Tapulama Sırasında Zilyet Adına Tespit ve Tesciline Muvafakat Ettiğini Bildirmesinin Yeterli Olması )
• MURİS MUVAZAASI ( Murisin Mirasçılarını Miras Hakkından Yoksun Bırakmak Amacı ile Gerçekte Bağışlamak İstediği Taşınmazı Satış Suretiyle Satması-Satış Gibi Göstermesi )
• MÜLKİYET ( Tapulama Tespiti Yapıldıktan Sonra Mülkiyetin Geçmesi için Tespit Tutanağının Kesinleşmesinin Gerekmesi )
• MUVAZA NEDENİYLE İPTAL DAVASI ( Murisin Gerçekte Bağış Olan Ancak Görünüşteki Satış Sözleşmesini Muvazaalı Olduğunu ve Gizli Bağış Sözleşmesinde Şekil Koşulundan Yoksun Bulunduğunu Mirasçıların İleri Sürebilmeleri )
• ŞEKİL ŞARTI ( Tapulu Taşınmazlarda Mülkiyeti Nakleden Akitlerin Resmi Biçimde Yapılmasının Yasa Hükmü Gereği Olması )
766/m.32/B
3402/m.13/B
4721/m.706
743/m.507,603,634
818/m.18,213
ÖZET : 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesinde ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B maddesinde kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatını bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun adına tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Ancak, mülkiyetin geçmesi için tespit tutanağının kesinleşmesi gerekir.
01.04.1974 gün 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği taşınmazın devrini tapuda satış olarak göstermesini muvazaa olarak tanımlamıştır. Temyiz konu davada ise taşınmazların devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tapu teknisyeni huzurunda tescile muvafakat beyanı vardır. Bu durumda torum yolu ile İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanının genişletilmesi yerinde değildir.
DAVA : Taraflar arasındaki “”tapu iptali ve tescil-tenkis”” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 20.04.1994 gün ve 1993/236 E, 1994/126 K: sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 23.05.1995 gün ve 1995/8665-7520 sayılı ilamı ile; ( …Dava, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, tescil olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Hemen belirtmek gerekir ki, gerek 01.04.1974 gün 1/2, gerekse 16.03.1990 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere miras bırakan danışığı “”bir kimsenin mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K.’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.””
Somut olayda çekişmeli 420-421-422-423-424-425 parsel sayılı taşınmazlar asıl kayıt sahibi ortak miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalılar adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur. Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup, kendilerinden mal kaçırmak amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun bulunduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.
Gerçekten, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K.’nun 634, B.Y.’nın 213 ve Tapu Yasasının 26. maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Yasasının 32/B maddelerinde, gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 13/B. maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K.’nun 634 ve B.Y.’nın 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatını bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek kabul edilmesi doğru değildir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK: 2494 sayılı yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal sebebine dayalı, tapu iptali ve tescil; olmadığı takdirde, tenkis istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazlara ait davalılar adına olan tapular, asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalılar adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur.
Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacını sağlamaya yönelik bulunduğunu taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu bu itibarla geçersiz olduğu gibi asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.
Gerçekten tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K.’nun 634. B.K.’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K.’nun 634 ve B.K.’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatını bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun üzerine tapulama tesbiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tesbit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık ise olayda; 01.04.1974 gün 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki; kural olarak Yargıtay İnançları Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. 1974 tarihli Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda “”bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklık ( muvazaalı ) olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri ve bu dava hakkının, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan M.K.’nun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağı”” hükme bağlanmıştır.
Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkân tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icab eder.
Oysa olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalılara devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapu teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Bu durumda olayda 01.04.1974 gün 1/2 sayılı Y.İ.B.K.’nın uygulama yeri bulunmadığına değinen Özel Daire bozma kararı Hukuk Genel Kurulu’nun 02.04.1988 gün 543/861 sayılı kararında da açıkça vurgulanan ilkeye de tamamen uygundur.
Hal böyle olunca Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bu konudaki bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
Ancak, davada muris muvazaası hukuksal sebebi, yanında, tenkis de talep edilmiştir. Ne var ki tenkis isteği ile ilgili olarak mahkemece bir inceleme ve araştırma yapılmış değildir.
Bu durumda direnme kararı Özel Daire bozma kararında gösterilen sebep ve ayrıca olayda talep bulunduğu cihetle tenkis isteği ile de ilgili inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin düşünülmemesinin isabetsizliğine işaretle de bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 19.06.1996 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Dava B.K.’nun 18. maddesi uyarınca muvaza nedeniyle tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde, tenkis istemiyle açılmıştır. Muvazaa, tarafların üçüncü şahısları aldatmak maksadıyla ve fakat kendi hakiki iradelerine uymayan aralarında hüküm ve netice tevlit etmeyen ( doğurmayan ) bir görünüş yaratmak hususunda anlaşılmaktadır. ( Dr. Turhan Erener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler 1956 sh: 7 ) Başka bir ifade ile irade açıklamasında bulunan taraflar irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir. ( HGK. 22.12.1982-1979/13-1905 E – 1982/1966 K: YKD C: 9 s.: 4 sh. 498 ).
BK.’nun 18. maddesine göre “”bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akiddeki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.”” Taraflar akdin hakiki mahiyetini gizlemek ( yani üçüncü kişileri aldatmak ) kasti ile iradelerine uymayan bir ifade tarzı kullanabilirler. Muvazaada irade ile beyan arasında kasti istenen bir uygunsuzluk vardır.
BK.’nun 18. maddesi gereğince sözleşmeler yorumlanırken, tarafların gerçek ve müşterek amaçlarını araştırmak gerekir. Şayet miras bırakan ile karşı tarafın gerçek sözleşmeyi gizledikleri ve görünüşte başka bir sözleşme yapmak istiyorlarmış gibi irade bildiriminde bulundukları anlaşılırsa, görünüşte sözleşme ( satış )değil, onun altında saklanan gerçek sözleşme ( yani bağış sözleşmesi ) geçerli sayılır. Davanın konusunu teşkil eden satış sözleşmesi karşılığı olarak miras bırakanın herhangi bir bedel almadığı, gerçek sözleşmenin taşınmaz mal bağışı niteliğinde olduğu halde, resmi memur önünde bu durum saklanarak işlemin satış şeklinde oluşturulduğu sabit olursa 07.10.1953 gün ve 7/8 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere; sözü geçen satış sözleşmesi muvazaa nedeniyle geçersizdir. Ancak onun yerine tapulu taşınmazlara ilişkin bağış sözleşmesi kaim olmaz; çünkü yetkili memur önünde bağışlama hakkında taraf iradeleri birleşmemiş, düğümlenmemiştir. O halde bağış sözleşmesi de şekle uyulmaması nedeniyle geçersizdir. ( HGK. 3.2.1982 Tarih 1979/1-464 E: 1982/77 K: YKD c. VI-I. s. 12, sh. 163 ) ( Esasen age sh. 59 )
Somut olayda baba, kızlarından mal kaçırmak amacı ile oğulları ile anlaşmış taşınmazları gerçekte bağışladığı halde 1978’de haricen sattığını, kadastro tesbitlerinin zilyetleri adına yapılmasına muvafakat ettiğini bildirmiştir. Görüldüğü gibi muris muvazasının tipik örneği ortaya çıkmıştır. Taraf iradeleri satış doğrultusunda birleşmediği, bağışa yönelik olduğu halde satış olarak ifade edilmiştir.
Muris muvazaası olarak tanımlanan muvazaa niteliği itibariyle BK.nun 18. maddesinde söz edilen bir muvazaadır, kaynağını 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararından almaktadır.
Bilindiği gibi 01.04.1974 tarihli İ.B.K.’da ( …Bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak isteği tapulu taşınmazı için Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu, gizlenen bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri… ) öngörülmüştür.
Davaya konu işlem, Kadastro ekibi önünde değil de, aynı gün Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılmış olsaydı, olayda muvazaaya dayalı iptal davasının unsurları gerçekleşecek ve davanın kabulüne karar verilecekti. Çünkü, miras bırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte oğullarına bağışladığı taşınmazları onlara satmışçasına işlem yaptırdığı, böylece iradesi ile beyan arasında kasti bir uyuşmazlık yaratarak muvazaaya başvurduğu açıkça saptanmıştır. Ancak somut olayda işlem kadastro bölgesinde vuku bulmuştur. Yüce Genel Kurul çoğunluğuna göre burada artık 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanamaz. Zira, Mülga 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B-a maddesine göre miras bırakan işleme muvafakatını bildirmekle, tek taraflı irade beyanı ile mülkiyeti geçirmiştir. Usulüne uygun olarak yapılan bu beyan yeterlidir ve bunun harici satış bağış vesair akitlerle birleşmesi de gerekmez.
Kanunları, Hukukun genel esaslarına göre yorumlamak zorunludur. Resmi memur olan kadastro teknisyenleri huzurunda kayıt maliklerinin verdiği muvafakat, geçersiz sözleşmeyi muteber kılmıştır düşüncesi hukukun genel prensiplerine aykırıdır. Kayıt maliklerinin tek taraflı olarak verdiği muvafakat özünde geçersiz olan sözleşmeye sıhhat kazandıramaz.
Miras hakkı mirasçıların doğrudan doğruya kendi şahıslarına tanınmış bir hak olup Anayasanın 35. maddesiyle Anayasa güvencinin altındadır. Saklı payda miras bırakanın üzerinde bir tasarrufta bulunamayacağı bir haktır. Miras bırakan saklı pay üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamaz.
Bizimde taraftar olduğumuz görüşe göre 27.10.1971 t. 7/622 sayılı HGK.’da da belirtildiği gibi muvafakat tek başına tasarrufi bir işlem olarak nitelendirilemez. M.K.’nun 922. maddesinde sözü edilen tescil isteği biçiminde nitelendirilebilir. ( Ozanalp, Tapulama Kanunu şerhi 1976 S. 341. 132 nolu İçtihatı ) Muvazaa geçersiz olan bir taahhüt muamelesine sıhhat kazandıramaz. Taahüt muamelesi geçerli ise işte o zaman tescil isteme beyanı yerine geçer.
Yüksek çoğunluğun ve Yüksek Özel Dairenin kabul ettiğinin aksine muvafakatın bildirilmesi mülkiyeti zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitin yapılabilmesi muris muvazaasında söz konusu olamaz. Çünkü satış olarak sunulan taahhüt muamelesinde iradeler satış doğrultusunda birleşmediğinden geçersizdir. Muvafakat birleşmeyen iradeleri birleştiremez.
Keza tasfiye yasalar ile de olsa Anayasal hakların özlerine dokunulmaz. Genel Hukuk Kuralları bertaraf edilemez. Olsa olsa işlemin çabuk sonuçlanması için özel hükümler konabilir. Kadastro ( tapulama ) Kanunlarında da yapılan budur. Taraflar kadastro sırasında bir işlem yapmak istemişler veya daha önce Genel Hukuk Kurallarına uygun ancak şekle aykırı olarak bir sözleşme yapmışlarsa kolaylık sağlama ve bazen de uzun süre devam eden fiili duruma hukuki sonuç bağlama yoluna gidilmiştir. Bu maddelerle kişilerin istenirse miras haklarından hele hele mahfuz hisselerinden murisin iradesiyle yoksun bırakılabileceği kabul edilmemiştir. Aksini iddia hakka hukuka uymaz, yanlış olur.
Kadastro Kanununun 13. maddelerini bu çerçeve içinde mütala etmek lazımdır. Basit bir muvafakat beyanına tek taraflı akid kurucu nitelik vermek doğru olmaz. Böyle bir düşünce M.K. ve B.K. sistemini zaafa uğratabileceği gibi adalet duygusuna aykırı sonuçlar da doğurur. Şöyle ki kadastro çalışma alanındaki köyde oturan kişi ile çalışma alanı dışındaki bitişik köydeki şahısların aynı nitelikteki muvazaalı satışları değişik sonuçlar doğuracak birinin mirasçılardan mal kaçırmasına göz yumularak değer tanınacak, diğerininkine değer verilmeyecektir. Bu hukuk mantığına, Anayasanın eşitlik prensiplerine de aykırıdır.
Tasfiye amacı ile olsa bile kanunlar hukuk düzenine, adalet duygusuna ters hükümler içeremez. Burada da 01.04.1974 gün 1/2 sayılı İBK. aynen uygulanmalı, satış akti iradeler birleşmediğinden geçersiz sayılmalı, gizlenen bağış akdi ise karşılıklı iradeler resmi memur önünde birleşmemiş ise de işlem kadastro çalışma alanında vuku bulduğundan bu şekle aykırılığın KK. 13/B-a da yer olan muvafakat beyanı ile izale edildiğini, bağışın geçerli olduğu ve tenkis gerekeceği kabul edilmelidir.
Açıklanan bu nedenlerden dolayı çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
Halil KILIÇ
17. Hukuk Dairesi Üyesi

Sosyal Medyada Paylaş

Leave a Comment