selimhartavi.com

ÖNALIM HAKKI- PAYLI MÜLKİYET – AKRABAYA YAPILAN SATIŞ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2010/6-572
KARAR:2010/656

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İstanbul 1.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 20.04.2010
NUMARASI : 2009/326 E-2010/95 K.

Taraflar arasındaki “önalım” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.12.2008 gün ve 2006/68 E., 2008/296 K. sayılı kararın incelenmesinin davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 16.06.2009 gün ve 2009/3776 E., 2009/5728 K. sayılı ilamı ile;

(“…Uyuşmazlık, önalım hakkına konu edilen payın iptali ile davacılar adına tesciline ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar vekili, dava dilekçesinde, müvekkillerinin 22 No’lu parselin paydaşlarından olduğunu, taşınmazın paydaşlarından S… ve R… U… ’nın paylarını 24.5.2005 tarihinde davalıya sattıklarını tapu sicil müdürlüğünden 15.5.2006 tarihinde öğrendiklerini, önalım hakkını kullanmak istediklerini, önalım bedelini depo etmeye hazır olduklarını belirterek, davalı adına kayıtlı payın iptali ile davacılar adına tescilini talep etmiştir. Davalı vekili, davacıların anneleri E… U… ’nın da davaya dahil edilmesi gerektiğini, tapuda satış olarak tesis edilen işlemin aslında akrabalar arası bir bağışlama tasarrufu olduğunu, önalım hakkının doğmadığını, payın teyzeleri tarafından davalıya bağışlandığını, davalıya küçük yaşlarından beri teyzelerinin baktığını, halen kırküç yaşında olan davalının da vefa ve minnet borcunu ödeyebilmek ve yaşlılık zamanlarında destek olabilmek için her gün uğrayıp ihtiyaçlarını giderdiğini, ancak davalının son zamanlarda ekonomik yönden zor durumda kaldığını, teyzelerinin de davalıya destek olmak amacı ile miras hisselerini devrettiklerini, ancak fazla harç ödememek için temliki satış gibi gösterdiklerini, bu durumu bilmelerine rağmen davacıların kötü niyetle önalım davası açtıklarını, davalının ekonomik durumu ile payın rayiç değeri dikkate alındığında yapılan işlemin hibe olduğunun anlaşılacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Paylı mülkiyet halindeki taşınmazın paydaşı payını karı-kocaya evlada veyahut akrabaya temlik ederse şeklen satış olarak gösterilen bu akdin gerçekte satış olmayıp miras hakkına bağlı veya hibe gibi maksada yönelik işlem olduğu iddia ve ispat edilirse önalım hakkının ileri sürülemeyeceği 27.3.1957 gün ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıkça belirtilmiştir. Bu yöndeki savunmanın tanık dahil her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı kuralının bir istinasıdır.

Olayımıza gelince: A…. Mahallesi … ada 22 No’lu parselde dava konusu edilen 16/24 pay taşınmazın paydaşlarından S… Ve R… U… tarafından 24.5.2005 tarihinde davalıya 32.000 YTL bedelle satılmış, davacılar da 23.5.2006 tarihinde süresinde açtıkları işbu dava ile önalım hakkının tanınmasını istemiştir. Davalı her ne kadar söz konusu payın tapuda satış gösterilse de, teyzeleri tarafından kendisine miras hakkına bağlı olarak hibe edildiğini savunmuş ise de tapuda yapılan işlemin tarafı olan davalı yapmış olduğu sözleşme ile bağlı olduğundan temlikin muvazaalı olduğu iddiasında bulunarak kendi muvazaasına dayanamayacağı gibi, temlikte bulunan S… Ve R… U… bekar ve çocuksuz olmakla birlikte davalının annesi B… H… (U… ) sağ olduğundan ve işlemin tarafları arasında doğrudan miras bağı bulunmadığından olayda 27.03.1957 gün ve 12/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanma olanağı da yoktur. Bu durumda tapuda satış olarak yapılan temlike karşı taşınmazın paydaşı olan davacıların önalım hakkını kullanmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Mahkemece davacılara tapuda gösterilen satış bedeli ve tapu harç ve masrafları üzerinden önalım bedelini depo etmeleri yönünden uygun süre ve olanak verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacılar vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 15.12.2010 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Uyuşmazlık; 27.03.1957 tarih 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik eden ile temellük eden arasında “mutlaka mirasçılık ilişkisinin” bulunması gerekip, gerekmediği noktasındadır.

TMK.nun 732.maddesinde;Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde diğer paydaşların önalım hakkını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Ancak, bu hakkın kullanılabilmesi için yapılan temlikin gerçek bir satış olması gerekir.

Temlikin hibe şeklinde yapılması durumunda önalım hakkı kullanılamaz. Hibede bir malın bedelsiz olarak bir kimsenin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığından önalım hakkına konu edilmesi mümkün değildir. Ancak, hibenin muvazaalı olduğu, işlemin gerçekte satış amacıyla gerçekleştirildiği davacı tarafça iddia ve ispat edildiğinde önalım hakkı kullanılabilecektir. Davacı temlik işleminin tarafı olmadığından muvazaa iddiasını her türlü delille kanıtlama olanağına sahiptir.

Temlik işlemi satış olarak gösterilmek suretiyle gerçekte bir “hibe” işlemi yapılmış ise, bu satışa karşı önalım hakkının kullanılması halinde işlemin tarafı olan davalı, yapılan işlemin satış olmayıp, gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunamaz. Zira davalı bu işlemin tarafı olup, kendi muvazaasına dayanamaz.

Hibede bir malın bedelsiz olarak bir kimsenin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığından önalım hakkına konu edilmesi mümkün değildir.

Temlik işlemi satış olarak gösterilmek suretiyle gerçekte bir “hibe” işlemi yapılmış ise, bu satışa karşı önalım hakkının kullanılması halinde işlemin tarafı olan davalı, yapılan işlemin satış olmayıp, gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunamaz. Zira davalı bu işlemin tarafı olup, kendi muvazaasına dayanamaz. Ancak, 27.3.1957 tarih 12/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile buna bir istisna getirilmiş, “müşterek mülkün paydaşının payını, karı ve kocaya çocuklarına veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile gerçekte satıştan başka miras hukukuna bağlı amaçların ve bağış gibi sair düşüncelerin hakim olduğu durumlarda Medeni Kanunun gerçek satışlar için kabul ettiği şufa hakkı kullanılamaz” denilmek suretiyle karar gerekçesinde açıklanan hallerde önalım hakkının kullanılamayacağı kabul edilmiştir.

Yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için davalının, tapudaki işlemin satış gibi gösterilmiş olmasına rağmen gerçekte satış olmadığını, miras hukukundan kaynaklandığını yada bağış gibi maksada yönelik bir işlem olduğunu savunması ve bu savunmasını kanıtlaması gerekir.

Sayın çoğunluk; İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, işlemin tarafları arasında doğrudan bir mirasçılık ilişkisi bulunmasını aramaktadır.

Gerçekten İçtihadı Birleştirme Kararı’da sadece mirasçılık ilişkisini mi aramaktadır? Asıl üzerinde durulması gereken nokta budur. Kararın uygulanabilmesi için mutlak olarak mirasçılık ilişkisinin varlığı aranmış olsaydı; içeriğinde ve sonuç kısmında yoruma açık bir ifade yerine “temlik işlemi şeklen satış olsa da temellük eden temlik edenin mirasçısı ise ve bu temlik işlemi ile gerçekte miras hakkının devri veya hibe amaçlanmış ise önalım hakkı kullanılamaz.” denilmeliydi. “Akrabaya” temlikten söz edilmemesi gerekirdi. Çünkü akraba kavramı mirasçıya göre daha geniş bir kavramdır. Mirasçı dışında daha geniş bir karabet durumunu ifade etmektedir. Başka bir deyişle Hazine dışındaki her yasal mirasçı akraba sayılır ise de, her akraba mirasçı sayılamaz. Kararda bu iki kavrama bilinçli olarak ayrı ayrı yer verilmiştir. Bu nedenle kararın içeriğinde ve sonuç kısmında sadece mirasçıya yapılan temlikten söz edilmemiştir. İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı ve sonuçları itibariyle de bağlayıcı olan kanun hükmündeki hukuk kurallarındandır. Kanun neyi emrediyorsa ona göre uygulama yapılmalıdır. Amaç ve ruhuna aykırı olarak uygulanması daraltılıp-genişletilemez. Söz konusu kararda, mutlaka bir mirasçılık ilişkisinin bulunması aranmadığı halde taraflar arasında mutlaka ve doğrudan bir mirasçılık ilişkisinin bulunması gerektiği görüşü, İçtihadı Birleştirme Kararı’nın amaç ve ruhuna aykırıdır.

Sayın çoğunluğu doğrudan miras ilişkisinin varlığını aramaya götüren düşüncenin altında her akrabaya yapılan temlikte kararın uygulanması istenirse ne olacak endişesi bulunduğu anlaşılmaktadır. Elbette ki bu karar her akrabaya yapılan temlikte mutlaka uygulanmayacaktır. Bu endişeyi de gidermek için İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinde bunun sınırlarını da açıkça ortaya koymuştur. Görünürde satış olsa bile, önemli ve tesbiti gereken hususun, akidin maksadını tayin etmekten ibaret bulunduğu, bunun da sözleşmenin yapıldığı hal ve şartlara göre değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Alıcının, satıcının mirasçısı yada akrabası olması, bedelin düşük bulunması veya kendisine temlik olunan şahsın ödeme kabiliyetinin bulunmaması gibi hallerin sözleşmenin mahiyetini ve vasfını tayin ve takdire yardım eden amiller olduğu da açıklanmıştır.

Hakim, her somut olayda İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için, temlik eden ile temellük eden arasındaki yakınlığı saptayacak, kendisine hibe yapılmasını gerektiren özel durumları tespit edecek, gerçekte bir bedel ödenip ödenmediğini, temellük edenin ekonomik durumunu araştırarak bu şekilde temlik edenin asıl maksadını belirledikten sonra İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanıp uygulanmayacağına karar verecektir.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; dava konusu Alemdar Mahallesi 46 ada 22 parsel sayılı taşınmazda 8/24’er pay sahibi bulunan Saadet ve Rabia Uluca’nın bu paylarını 24.5.2005 tarihinde toplam 32.000.-YTL bedelle davalıya satmışlar, davacılar 23.5.2006 tarihinde açtıkları bu dava ile önalım hakkı sebebiyle pay tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tescilini istemişlerdir. Davalı, görünürde “satış” şeklinde olan temlik işleminin gerçekte bir satış olmadığını, gerçekte payların kendisine bağışlandığını savunarak bu konuda delil göstermiştir.

Dosyada bulunan nüfus kayıtlarından S… (82 yaşında) ve R… (88 yaşında) U…’ın davalının teyzeleri olduğu bekar ve çocuksuz oldukları anlaşılmaktadır. Dinlenen davacı ve davalı tanıkları, özellikle davacıların annesi olan E… U… ; davalının, teyzeleri olan S… ve R… U… tarafından büyütüldüğünü, onu çocukları gibi gördüklerini, davalının da teyzeleri ile ilgilenip onlara bakıp gözettiğini, dava konusu payların teyzeleri tarafından davalıya hibe edildiğini, bu işlem için para ödemediğini esasen ödeme gücüde bulunmadığını net bir şekilde bildirmişlerdir. Bu olguların davalının kuzenleri olan davacılar tarafından da bilindiği anlaşılmaktadır. Yapılan keşif sonucu dava konusu payların satış tarihi itibariyle toplam 576.000.00.-YTL değerinde olduğu da saptanmıştır.

Olayımızda davalı, satıcıların doğrudan mirasçısı değil ise de; yakın mirasçısı durumundadır. Somut olayın özelliğine göre değerlendirme yapıldığında teyzelerinin bakım ve gözetimini üstlenen Onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenen bu nedenle teyzelerinin çocukları gibi gördükleri müstakbel mirasçısı durumundaki davalıya dava konusu taşınmazdaki paylarını görünürde satış olsa da aslında bağışlama düşüncesiyle temlik ettiklerinin, yapılan temlik işleminin 27.3.1957 günlü 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin kabulü gerekir. Temellük edenin doğrudan mirasçı olması gerekli değildir. Her somut olay yukarıdaki ilkeler doğrultusunda araştırılıp değerlendirilmelidir.(HGK.’nun 13.12.1995 gün ve 1995/6-894-1114 sayılı, 14.1.1993 gün 1993/6-8-159 sayılı, 7.12.1988 gün 1988/6-797-995 sayılı kararlarıda bu doğrultuda olup, temlik eden ile temellük eden arasında doğrudan bir mirasçılık ilişkisi aranmamıştır.) Bu konuda giderilmiş bir içtihat aykırılığı variken yeni bir içtihat aykırılığı yaratılmamalıdır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Usul ve yasaya uygun olan yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olup, diğer yönlerin incelenmesi gerektiğinden Daireye gönderilmesini düşündüğümden sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Sosyal Medyada Paylaş

Leave a Comment